Ya göründüğün gibi ol ya da Panda!
Gel şöyle yamacıma sana bi hikaye anlatayım, kim bilir kıssadan aldığın hisse bir gün döner dolaşır da beni etkiler.. Ciddi manada yorulduğumu hissetmesem anlatmaya çabalamam lakin, pandaları bırakıp iyi insanların neslini kurtarmaya başlamamızın vakti geldi de geçiyor diye düşünüyorum. Çünkü bizi zorlayan hayat değil insanlar.. çevremde ne kadar aklı başında, iyi niyetli, dürüst, mert insan olursa hayat benim için o kadar kolay ve huzurlu olur..
Başlayalım mı?
Vaktiyle bir bilge, öğrencisinin eline çok parlak bir nesne verip: “Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece verecekleri fiyatları öğren”. Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar . Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek kuruş veririm. Bizim çocuk oynasın” der. İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak beş kuruş vermeye razı olur. Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur. Buna on kuruş veririm.”der. En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. “Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve ilâve eder. “Buna kaç para istiyorsun?” Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.” Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: “Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Öğrenci emanet olduğunu anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye döner. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 kuruş verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler.
Bilgenin yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçenleri anlatır. Bilge sorar: “Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?” Öğrenci: “Efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir. Bilge çok kısa cevap verir: “Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”
Sevdiğim bu hikayeyi şehrimin Sultanı Celâleddîn-i Rûmî’nin şu beyitleriyle tamamlarsak bu konuda başka söze gerek kalmayacaktır sanırım. Mevlânâ öğrencileri ile bir sohbette otururken der ki “Altının değerini anlamak için sarraf olmak gerek” ve şu beyitleri okumaya başlar;
“Bil ki domuzların önüne inciler serilmez
Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez.
Ne fark eder ki kör insan için, elmas da bir cam da
Sana bakan bir kör ise, sakın kendini camdan sanma…”
Değerli insanların değerinden anlayacak, onu basit taşlarla bir tutmayacak kişiler elbette vardır. Mühim olan sadece sabretmek ve kendini doğru kişinin ellerine bırakmak..
Ha bir de elinde elmas varken gözü çakıl taşlarında olanlar var, onların durumu daha da vahim..
Diğer yandan karşımıza iyi, temiz, dürüst, riyasız biri çıktıysa da ona sahip çıkmalı azizim, zira pandalardan daha az sayıda oldukları aklınızın bi köşesinde olsun 😉
Allah sadece halis niyetli insanları kadir kıymet bilenlerle karşılaştırsın.
Selametle..
Soner Arslan
Kasım 2016
Etkileyici ve güzel bir hikaye hocam.emeğinize sağlık.. ???
Kaleminize sağlık hocam..
Cahit ve Zeynep Teşekkür ederim arkadaşlar